5 Ekim 2010 Salı

Keyif

Oda arkadaşım semirgen sivrisineğe rağmen sabah 10 gibi kalkıp annemle denize gitmeyi başardım. Sahilde kimsecikler yok, deniz neredeyse çarşaf gibi. Sintinesini boşaltmaktan çekinmeyen birkaç hıyarın pisliğini saymazsak da tertemiz. Halbuki Gökova’nın mavi tur koyları buralar. Her yazım bu koylarda, bu köyde geçti benim.

Yazları herkesin benim gibi yemeni takmadığını sonradan öğrendim. Sinüzitim olduğu için ıslak başımı yemeniyle korurdu annem. Sonra sonra ıslak saçla yatar olduğum halde yemeniden hiç vazgeçmedim. Bahçede börülce toplarken ya da dağı aşıp yan koya yürürken şapka takmayı bir türlü sevemedim. Bu akşam da maaile yürüyüşe çıkarken düşünmeden bağlayıverdim annemden ödünç aldığım yemeniyi. Babam sayesinde dağ bayır yürüyerek geçti çocukluğum. Yamaçlarda keçi gibi sekmeyi nasıl özlediğimi fark ettim bu akşam üstü. Gün batıyordu.

Burnun tepesine gelince durduk. Bir cebinden viski, diğer cebinden de kanyakla çikolata çıkardı babam. Karşımızda boylu boyunca uzanan Gökova’da gün batıyor, kuru kuruya olmaz. Annem kanyağını sahiplendi, biz viskimizi paylaştık. Gün battı. Dönüşte al al olan yanaklarım, karadan denize doğru esen rüzgarlar sayesinde aşikar olmadı.

Hatırlayış bu değil mi, on sene evvelki yılbaşı geldi aklıma. Gene biz çekirdek maaile, Concorde Meydanı’ndayız. İyi güzel, yeni bin yıla girdik rahatladık. İnce ince yağan yağmur durmak bilmiyor. İnsanın içine sinsice işleyen bir soğuk var. Üçümüz de üşüyoruz. Ertesi günü uçağımız var, döneceğiz ama biz daha otele dönemiyoruz. Zira hiçbir ulaşım aracı çalışmıyor. Taksi desen ön koltuklarına eşler kurulmuş. Bir de haritayı ters okuyunca kaldık mı kentin ortasında. Babamı öyle küfrederken hiç görmemiştim. “Kabus gibiydi” diye anılası bir gece olabilirdi, eğer yanımızda cep kanyağı ve nane dolgulu o nefis kare çikolatalardan olmasaydı.

Yanaklarımı al al edebilir ama içimi ısıtan şey yalnız içki değil. Hiçbir şeye değişmeyeceğim bu keyif.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder