Bunca şeyin arasında...tabi çünkü düzenli olarak dünyayı kurtarıyorum. Günlük yapılacaklar listesi birinci madde. Bunca şey dediğim, insanlık için küçük benim için büyük dertler arasında dert edindiğim bir şey. Artık yeni bir şey dinlemiyor olmak. Bu uzun zamandır böyle ve diğer her şey gibi tamamen benim suçum. Her türlü yeniliğe ilgimi, inancımı kaybettim derdim ama duyunca vurulup peşine düştüğüm şarkılar oluyor hala. Bu onlardan biri değil. Peşine düştüm ama vurulmadım. Sanırım ilk birkaç sözü hoşuma gitti. Son derece basit ve duruma uygun. Şarkılardan hep böyle bir beklentim var. Hepsinde bir soundtrack olma özelliği arıyorum. Yani yaşadığım anların, içinden geçtiğim hikayelerin ya da gözümün seçtiği kadrajların müzikteki karşılığı olmalıymış gibi. Tamamlayıcı. Oysa uzun zamandır sessizliği tercih ediyorum. Neredeyse her türlü müzik gürültü geliyor. Ne korkunç.
Gerçekten sevdiğim müziklerin büyük bir kısmı kırk yıllık ya da daha eski. Yaşayan ve hatta genç insanların yaptığı şarkıları dinlemek istiyorum artık. Bazen. Mesela indie seviyorum sanırım. Sözleri mümkünse bir şey ifade eden ve beynimi oymayan şeyler. Ruhumu okşamasını beklemek fazla olur belki ama dinleyicisine saldırıp ısırmayan, daha çok "şuraya otur, bir nefes al" diyen türden. Bir bardak su getiren ya da dinlemesi bir bardak su gibi gelen. Basit, anlamlı, rahatlatıcı, yutkunmayı kolaylaştıran. Oldu olacak hayatımda karşılığı olan. Dinlerken dinlediğimin ayırdına varamayacağım kadar parçam... İyice saçmaladım. Hep o Californication'ın müzikleri yüzünden. Hung'ın jeneriği de hoşuma gidiyordu. Bu da şu anlama geliyor, dizi mizi izlemesem hayatımın sonuna kadar yüz elli şarkıyla filan idare edebilirim. Ama hayır, "idare edemem". Edesim kaçtı. Hayatımın soundtrack'i bundan fazla olmalı. Gençliğini iki Dünya Savaşı arasında geçirmiş birininkinden farklı bir playlist'e sahip olsam yeter. Çok değil biraz farklı, yoksa otuzlar ve seksen arasını hiçbir şeye değişmem.
Biraz ve biraz belki. Hem beynimi oymasın, hem sözleri anlamlı olsun, hem de melankolik olmasın diye bir şey yok değil mi? Evet, döner istiyorum dönmesin istiyorum. Cam kenarı koridor da olur. Kendimden sıkılmanın öyle bir noktasındayım ama çok da uzağa savurmak niyetinde değilim kendimi. Ben bu kadar sağlamcı değildim ama zaten eskiden olduğum bir çok şey değilim artık. Belki de yaşadığım anları, içinden geçtiğim hikayeleri ya da gözümün seçtiği kadrajları anlatmasını istemiyorum artık şarkıların. Tek istediğim, ciddiye alabileceğim bir ses tonuyla -yani sakince- biraz umut vermeleri. "Yarın her şey tepene yıkılmayacak...aslına bakarsan hiç fena bir gün olmayacak" demelerini istiyorum. Yoksa "sevdiklerin hiç ölmeyecek" ya da "sen ne yaparsan yap senden vazgeçmeyecekler" gibi zırvalar duymaya ihtiyacım yok. Mütevazı beklentiler içindeyim.
Yıllardır Mavi Kuş'a çok yüklendim. Ne zaman sakinleşmeye, düzenli nefes alıp vermeye, birazcık huzura ihtiyaç duysam onu dinledim...artık tahammülüm yok "ben gelemem ama sen git biraz dolaş" demesini duymaya. Bu şarkıyı da artık azat etmeli ve yeni şarkılar bulmalıyım kendime. Tıpkı yeni bir ben bulmam gerektiği gibi, evet. Ne demiş adam, "dün dünde kaldı cancağızım, bugün yeni şeyler söylemek lazım".
ben yeni bişiler dinlemek istediğimde film soundracklerine sarmıştım, 500 days of summer, a lot like love (ki bu filmi izlemedim :D) fena değil, bir de house'nin bilmem kaçıncı sezonunun soundtracki var. bunların dışında aimee man ve susheela raman'a sarmıştım bi ara. gerçi aimee melankolik az biraz.
YanıtlaSilbi ara afrika süper, afrikanizm falan diye saçmalarken souad massi ve ismini pek hatırlamadığım nicesine sarmıştım. sonra british invasion süper olm dedim the turtles, the hollies, the byrds dalan filan nicesine takıldım ve bunlar çok taze deyip the chordettes ve the coasterse sarmıştım.
sonra hepsini dinlemeye başladım :)
ama ne zaman sıkılsam eylül akşamı dinlerim :D
en kısa zamanda bir bir değerlendirilecek bu liste. çok teşekkür ederim :)
YanıtlaSilortaçgil mevsiminde ortaçgil'den kaçış yok zaten, düşünülemez..