21 Ekim 2010 Perşembe

Domates*

Sosyologum dersem yalan olur. Sosyolog değilim dersem de yalan olur. Düşünüyorum sadece. Biraz okuyor, biraz da düşünüyorum. Başka bir numaram yok. Tevazu değil. Sahiden de düşünüyorum. Bu tartışmalarda bir kavram bulanıklığı var diye düşünüyorum. Ağızlara pelesenk olmuş bu hukuk devletinden, demokrasiden insanlar acaba ne anlıyorlar diye düşünüyorum. Herkes başka bir şey anlıyor, orası muhakkak. Hele şu siyasi simge. Kamusal alanda yeri olmayan, böyle öcü gibi bir şey. Her bokun politik olduğunu düstur edinmiş insanlar için öyle anlamsız bir itham ki bu. Siyasi simge? Anıtlardan cadde isimlerine, sanat eserlerinden herhangi bir insanın jest ve mimiklerine kadar her şey zaten politik ve orada, dışarıda. En kaba, yamyassı haliyle düşünecek olsak bile, anarşizm yahut komünizm sembolleriyle bezeli giyim eşyaları, aksesuarlar… bunun sonu yok. Politika gündelik hayattan çekip çıkarılabilir bir şey değil zira gündelik hayat tanımı gereği politik; dahası politikanın tam da cereyan ettiği, hayat bulduğu, vücuda geldiği yer. Taraf tutmaya, köşemizi kapmaya pek hevesliyiz malum. Fakat önce şu kavramları netleştirsek diyorum. İlla ki münakaşa çıkacak, yoksa tefekkür nasıl gelişir. İletişim noksanlığından çıkan münakaşalarla vakit kaybetmeyelim, kafi.

Periyodik olarak tekerrür eden gündem maddeleri kabak tadı vermiş olacak ki içimden “kıçımızı başımızı rahat bırakın lan!” diye bir ses yükseliyor haberleri izlerken. Daha sinkaflı yükseliyor tabi de yazmak için bu kadarı müsait. Onun dışında, fikrimi –henüz- beyan etmiyor, soğuk kanlı sosyal bilimciler gibi ‘evvela kavramsallaştırmamızın belini doğrultalım’ diyorum. Az şey de değil hani.



Haftalardır savsadığım tezimle yüzleştim bugün. Bir ton düzeltme var ve tabi ki az zaman. Sigara yasağı, tütün mütün çalışıyorum diye arttırırım zannediyordum ki iyiden iyiye bıraktım sigarayı. Daha da araştırıp toparlamam gerekiyor dünyada ve Türkiye’de sigara yasağı uygulamalarını. Gene tıp makaleleri çıktı karşıma, yok dedim, yeter. Bir sonraki hastane ziyaretime kadar muhatap olmak istemiyorum tıp camiasıyla (arkadaşlarımı tenzih ederim). İnsanın en uzun ilişkisi ister istemez bir aşk-nefret ilişkisine evriliyor. “Bu bir Nevizade tezi değil; sigara yasağı tezi de değil, bu bir direniş tezi” desem de eşek gibi biliyorum her iki konuya da hakim olmam gerektiğini. Uzun ilişkiler böyle evrelerden geçer ama değil mi? Biraz daha sabır ve emekle düze çıkacak, ışığı (bkz. diploma) göreceğim değil mi? Ne bileyim işte…sıkıldım, yoruldum, bunaldım. Bu Cuma Boğaziçi’nde bir konferans var, ona gideyim de iki akademik hava soluyayım, silkinip kendime geleyim diyorum. Ankara’dan İstanbul’a geri taşındım, beşeri kantininde çay-poğaça kahvaltısı edemez oldum ya hep ondan. Beşeri kantini, beşeri çimleri…bunlar mühim bileşenleri sosyoloji öğreniminin. Yoksa içimde canavar gibi bir akadimik var..akaminik…akademik, neyse işte ondan var. Peheey, istesem tozunu attırırım kürsülerin! Yok be ne toz alıcam, kendi kürsümü kurarım elim değmişken, pırıl pırıl olur!

Bugün odamda meclis tutanaklarına bilmem kaçıncı kez göz atarken gözüm akşam güneşinin vurduğu kitaplığıma takıldı. Gözüm takıldı dediysem, “ulan ben ne bok yiyeceğim, ne halt edeceğim” diye düşünüyordum bilmem kaçıncı kez. Bir şey de ürettiğim yok, öyle saksı gibi duruyorum. Ne diyordu sosyolog olmama vesile olan sosyolog? Üretmek ve sevmek, hayatın anlamı. Bu durumda baya anlamsız bir hayat sürüyorum be hocam, dilerseniz öleyim? Yok, yemezler. Şu tez bir bitsin. Bir bitsin… Yedi sene sosyoloji okuyup uzmansılaştıktan sonra “tamam sosyolojiyi eledik, acaba büyüyünce ne olsam” diye düşünür mü insan? Zırtapoz!



Kitaplığımı görünce (o kadar dalmıştım ki ona bakmak değil görmek denir) şu geldi aklıma. Şimdilik sahip olduğum tek hayal bu gibi görünüyor:


































*Zengin göstersin diye.

(Siyasi simge de karikatür karakteri gibi lan. Siyasi Simge ve Süpersonik Maceraları. Neo-Hilal gibi bir şey. Leman'da bir Simge var mıydı yoksa? Niye Boysal canlandı ki şimdi gözümde, neyse.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder