10 Şubat 2011 Perşembe

Küçük Aklın Kakofonisi


Havalardan Ortaçgil, renklerden Kasım ayı öğleden sonra sarısı. Kış ortasında bu letafet hayra alamet değil. Mart soğuk geçecek besbelli. Uyku tutmayınca ne garip şeyler düşünüyor insan, birbiriyle alakasız ne çok şey. Gecenin tam üçünde olmakla birlikte dertlerin en gücünde sayılmam. Saat de üçü epeyce geçiyor zaten. Veblen’i düşünüyorum. Leisure class teorisini evirip çeviriyorum aklımda. Gözümü para bürüdü, alım gücümü satın almak istiyorum. Boş vakitlerimin bedelini ödeyemez oldum; vakit, terk-i leisure class vaktidir. Bitip tükenmez bir talebeliğe istinaden tecil edegeldiğim kahramanlığa bodoslama soyunma vaktidir. Evet kahramanlık, o da John Lennon’a istinaden.

Uyku tutmayınca…çünkü tutmayınca tutmuyor…karanlığa cin gibi bakan gözleri ve birbirine sokulmuş soğuk ayaklarıyla bir sürü şey düşünüyor insan. O eteğe o para verilir mi verilmez mi diye düşünüyor mesela. Şu kitabı kaç günde okur, yazan hocanın başına kaç vakte kadar ekşirim diye düşünüyor. Bir sürü hesap kitap. Bu yaştan sonra gene doğal sayılardan başlamak insanın ağırına gittiği geçerken uğruyor aklına, çok kalmıyor. Ne gerekirse yapılacak zira. Sigarayı bırakıp, doktoraya başlamak? İkisi de hocamın sayesinde. Mail atmak istedim bugün, hocam böyle böyle, siz ne dersiniz diye. Fikrini öğrenmeye ihtiyacım vardı ama hocam yoktu. Birkaç saniye geç de olsa hatırladım. Hatırlayınca fikirsiz, yönsüz hissettim kendimi. Ne yöne dönüp, ne yapacağımı bilemeyip olduğum yerde kaldım. Mecazen değil cismen durdum.

Neler düşünüyor kadın… Ağzını hafifçe aralayıp bir isim bırakmak istiyor yastık ve başına kadar çektiği yorganın arasından gecenin karanlığına…ona bile utanıyor. Gözlerini yumuyor utancından, bırakıveriyor. Ucu bucağı görünmeyen dipsiz laciverde beyaz kağıttan küçücük bir gemi bırakır gibi…çoktan ılınmış çorbaya alışkanlıkla üfler gibi…seslenir ama çağırmaz gibi…görür ama bakmaz gibi. Size hiç olmaz mı kuzum, hiç yapmaz mısınız böyle şeyler? Oysa ne güzel, ne huzurlu şeydir olmayan birine seslenmek. Karanlık olmasa bile sessizlik ve yalnızlıkta. Duyabildiğiniz tek şey kendi nefesiniz ve biraz da dışarının gürültüsüyken, bırakın ağzınızdan bir isim kaçıp kavuşsun özgürlüğüne. Ne zapturapt altına alınabilir ne de ismin sahibine gidebilir kimseye zararı dokunmayan fısıltı kabilinden firari seslenişler. Şehrin gökyüzünde biraz salındıktan sonra havada asılı kalırlar. Gösterilenle arasındaki bağ kopan gösteren nasıl boş gösteren olmaz da bu kadar huzur verebilir aklım ermiyor. Boşverelim göstereni göstermeyeni…ister çok uzakta olsun, isterse yaşamıyor olsun artık, anne demez mi insan, anne diye seslenmeyi özlemez mi? Onun gibi. Hocam diyorum bazen. Azat kuşları varmış hani eskiden. Sahibine para verince azat edermiş güya, parayla özgürlük. Alışkanlık bu ya gerisin geri dönermiş kafese. Sonra yine parayla azat, sonra yine. Aynı kafes, aynı kuş. Bunun içinde para yok ama gidecek yeri de yok. O yüzden azat kuşları gibi az dolanıp gerisin geri gelir karanlık boşluğa bırakılan sessiz seslenişler.


ALES kafası: Hiç tanımadığım bir çocuğa sırf 10 yaşında diye sokulup “seni 1 porsiyon kabul edersek ben 2.5 porsiyonum ama hala doğal sayılardan başlayıp OBEB OKEK’le devam eden test çözüyorum. İnanmıyorsan bak bu 0.7 2B uçlu kurşun kalemim, bu da yumuşak rotring Tikky silgim. Bunun sonu yok ufaklık, kaç kurtar kendini” demek istiyorum. Yaşıtlarım evlenip ürüyor. Ben kimim, burada ne yapıyorum? 251 sayfalık bir kitabın sayfalarını numaralandırmak için kaç tane rakam kullanılır bilmiyorum da sağlam bir araştırma sürecini takiben 251 sayfalık bir kitap yazabilirim. Bu durumda yazdığım kitabın sayfalandırılması için kaç rakam telef edildiğini hesaplayabilmek gerçekten büyük mutluluk.


Yaş oldu 2x+5 diyorum da yine Karga’da yine bira içiyoruz. Bir farkla: 8’de oturup 12’de kalkıyoruz ve kimse de “abi daha çok erken, buradan şuraya geçelim” demiyor. Hafta içi olgusu. Bana ne oluyorsa. Perdesi yüksek kahkahalarımız yerli yerinde olsa da gözler de bir o kadar saatlerde. Bu kadınlarla bu şöminenin önünde daha saatlerce oturabilirim. Karga’yı bir ev olarak hayal ederim hep. Eski usul, tastamam bir ev. Denize biraz uzak ama basbayağı otururdum burada. Karışmak için yer arayan sevdiğim her şey iki birada birbirine karışıyor: Karga’yı bir ev olarak düşlemek, şömineye dalıp gitmek ve sevdiğim kadınlar. Değil kahkahalarımız, şöminedeki odunların çıtırtısı bile yetiyor 5 yıl sonra ilk defa iş görüşmesine gidecek olmamın belli belirsiz gerginliğini bastırmaya. “Hepimiz sağlıklıyız ya…” diye üç noktayla biten bir şükür bırakıyorum, bu defa Kadıköy’ün soğuk gecesine, boş sokaklarına.



Dolmuşla karşıya geçerken insanlar Boğaz’a bakıyorlar mı diye anlamak için insanların başlarını izliyorum. Kimi ezbere çeviriyor başını, kimi farkında bile değil köprüden geçtiğimizin. Boğazın ışıklarını izlerken elimde olmadan gülümsüyorum. Havada asılı duran yıldızlara takılıyor gözüm.

2 yorum:

  1. yazını okurken ben de kaybettiğim çok sevdiğim bir arkadaşımı ve hocamı düşündüm. güzel yazmışsın.

    YanıtlaSil