22 Kasım 2010 Pazartesi

Hikaye Kadınları Değil Kadın Hikayeleri

Bazı kadınlar tanıyorum. Hayatları bir hikaye anlatan kadınlar. Herkes hikayesini anlatır ama onların hayatlarını biraz daha cankulağıyla dinliyorum. Kadınlar her zaman anlatmasalar da hayatları her zaman bir hikaye anlatır ve kadın hikayeleri erkeklerinkinden biraz farklıdır.

Tanıdığım kadınlardan biri altmışlı yaşlarını sürüyor. Başarılı bir bilim kadını. Hiç evlenmedi. Gençliğinde sevdiği, evlenmeyi düşündüğü adam onu bir mitingde yüzüstü bırakıp kaçtığından beri kimse olmadı hayatında. Annesiyle yaşıyor.

Tanıdığım diğer kadın ellilerinde, iyi bir öğretmen. O da hiç evlenmedi. “Üniversitedeyken ayrılmaz bir çifttik” dediği adamla yolları daha o zaman ayrılmış ve bir daha hiç görüşmemişler. Adam şimdi evli, iki çocuğu var. Kadın yalnız yaşıyor.

Küçükken ikisinin de hiç evlenmemelerini, bana kalmalarını, yalnız beni sevmelerini isterdim. Sevgi arsızlığım o zamandan belliymiş. Bana bütün sevgilerini veriyor olmaları bu şımarıklığımın önüne geçemiyordu. Bilakis, paylaşma fikri arttırıyordu belki de. Zaten hikayelerini ya çok geç öğrendim ya da geç anladım zaten bildiğim hikayeleri.

Başında kavak yelleri eserken anlamıyor insan. Esinti dindikçe anlamaya başlıyor hayatı paylaşmak ne demektir, can yoldaşı ne anlama gelir, insanlar yalnız kalmaktan niye korkar. Bunları peşin peşin bilmenin imkanı yok. Ancak zamanla, yavaş yavaş geliyor insana. Öte yandan, anlamak çözmeye elbette yetmiyor.

Rakı kadehini masaya koyup sigara yakışları geliyor aklıma; gözlerini yumarak Türk sanat müziği söyleyişleri; uzun sahil yürüyüşleri. Yüzleri hep gülen bu kadınların gözlerindeki o belli belirsiz burukluk anlam kazanıyor. Hayata dört elle tutundukları halde bazen kısacık bir an için de olsa yüzleri gölgeleniyor, görebiliyorum. Birbirimize gülümsüyoruz.

Yalnız uyumayı; yalnız uyanmayı; yaptıkları yemeği yalnız yemeyi; sinemaya, tiyatroya ya da seyahatlerde tek kişilik bilet almayı; gittikleri yere vardıklarında karşılanmamayı biliyorlar. Tek kişilik bilet deyip geçmeyin, alışkanlık yapar. Bir müddet sonra yanınıza kimse oturmasın istersiniz. Tek kişilik otobüs koltuğu çağımızın en güzel icadı.

Seçilmiş bir yalnızlık onlarınki. Belki bu kadar uzayacağını tahmin etmiyorlardı, o kadar. Yılların bu kadar çabuk geçeceğini bilemezlerdi. Farkına bile varmadılar. Çocukları çok sevdikleri halde hiç çocukları olmadı. Sevdikleri adamlar muhakkak en az bir kere “kızımız sana benzesin” demiştir halbuki. Bu kadınlardan biri bütün sevgisini yeğenine ve arkadaşlarının çocuklarına, onların da torunlarına verdi; diğeri de yeğeni, öğrencileri ve arkadaşlarının çocuklarına.

Kadınlar arasında neredeyse bir hamamınkine eş mahremiyette fakat dolaşımı hiç kesintiye uğramayan bir öğüt vardır. Büyük aşklar, tantanalı düğünler ve mutlu evliliklerin heyecanı dindikten sonra iyice yükselen bir ses olur yalnızca kadınların duyabildiği bu öğüt: ‘Ne kadar sevsen de el oğludur. Koca dediğin nedir, çocuk sahibi olmaya bak’. Müziği değişse de sözleri aşağı yukarı böyledir. Bizim aklımız kısa, erkeklerinki tam olduğundan onların açıklamaları da hazırdır: Nafaka koparmak için. O kadar fesat olmayanların da faydacı açıklamaları vardır: Yaşlılığında bakılmak için. Soyu devam ettirmek, malı mülkü aile içinde tutmak ya da genlerin devamlılığıyla ölüm korkusunu hafifletmek vesaire vesaire. Akıllı olunca aklına da çok şey geliyor tabi insanın.

Hepsi az çok geçerli olmakla birlikte, kadınlar kendilerini en çok sevecek ve onların da karşılıksız sevecekleri tek varlığı kendilerinin var etmeye muktedir olduğunu bildiklerinden o insanı aramakla bulmaz, arayıp buldukları adamın yardımıyla yaratırlar. Bundandır ki hemen yanı başlarında kadınlar doğum yaparken peygamberlerinden mucize bekleyen inananları anlamakta hep zorlanmışımdır. Neyse ki hislerimiz muhtemelen karşılıklı olurdu.

Tanıdığım bu kadınları düşünüyorum bazen. Yakındıklarını hiç duymadım, sadece çocukları olmadığı için biraz üzgünler. Tüm sevgisini verme sırası artık bende. Bir tanesini biraz endişelendiriyorum yalnız. Her görüştüğümüzde “yapma böyle” diyor kulağıma eğilip, “şimdi farkına varmıyorsun ama seneler geçiyor. Bak kaç sene oldu. Yine aşık olmayı beklersen…” “Yok canım ne aşkı…daha neler.” “Daha vaktim var sanıyorsun ama göz açıp kapayıncaya kadar geçiyor.” Gözlerinde endişe var benle konuşurken. Kendi için endişelenir gibi içten, hesapsız. Sanki gençliğiyle konuşuyor. Gençliği ise verebileceği bir cevaptan yoksun, gözlerini yere indirip boş bir “tamam” geveliyor ağzında. Üçümüz de birer sigara yakıyoruz.




2 yorum:

  1. buydu... tam olarak buydu, dün gece hıçkıra hıçkıra ağlamama sebep olan şey. annemle tartışmamız, komşumuz hiç evlenmemiş hülya ablanın, "yapma, bak farkında vardığında çok geç olacak" öğütleri......
    içimde bir büyük acı!

    YanıtlaSil
  2. niyeyse toplumsal baskı bilmem ne deyip bırakamıyorum bu hiç evlenmemiş kadınların öğütlerini. belki gerçekten gençlikleriyle konuşur gibi davrandıkları için ağır geliyordur. nasihat dinler gibi dinleyemiyor insan, içine oturuyor. öte yandan ağlamanın hiçbir şeye faydası yok, sen de biliyorsun. bunu bu kadar düşünmenin bile faydası yok. amaan o kadar bankası mankası var bu işlerin be süzgün, hallederiz bence :)

    YanıtlaSil