12 Kasım 2010 Cuma

"Slacktivism": Miskin İşi Aktivizm?

Slacktivism, Türkçede  karşılığı olması bir yana İngilizcede bile neredeyse yeni yaygınlaşmakta olan bir terim. On senedir aramızda olmakla birlikte, google’lamak gibi sözlüklere henüz terfi etmiş değil en azından. Nasıl web ve log kelimeleri birleştirilip blog olarak kullanıma girmişse, slacktivism de slacker (miskin) ve activism (aktivizm) kelimelerinin yakınlaşmalarıyla türemiş. Birbiriyle bağdaşması zor kavramları buluşturan her el yapımı terim gibi bu da eğlenceli bir tartışmaya dikkat çekiyor. Aslına bakarsanız işin Türkçesi hariçten gazel okumak. Zaten kendisi de bir o kadar pejoratif, yani tanımı gereği içinde alay, küçümseme, burun kıvırma barındırıyor. Dolayısıyla kullanıma 1-0 mağlup giriyor ama top yuvarlaktır der futbolseverler. Meali, her an her şey olabilir. Hele söz konusu olan toplum ve toplumsal değişme ise kavramları dipfrizde muhafaza edemezsiniz.

Terimin en genel tanımı, kıçını kaldırmadan bir şeyleri kınamak ya da onaylamak olarak verilebilir. Yani verilmesi amaçlanan toplumsal moplumsal, politik molitik bir mesaj var ama bu uğurda öyle çok da efor sarf etmek istenmiyor. Belli bir tür bileklik ya da kurdele takmaya kadar uzanan anlamı daha ziayde internet, dahası Facebook etrafında yoğunlaşıyor. Malum, öncülleri gibi furyası geçince azalarak bitmeyen Facebook başlı başına bir tartışma konusu. Bir ülke olsaydı, Çin ve Hindistan’dan sonraki en kalabalık nüfusa sahip ülke olacağını ezberledik artık. Öyle ki zamanla kimlik numarası kadar zaruri ve doğal bir aidiyete dönüştü. Biri Facebook’ta yoksa yoktur, var olmamıştır ( İlişki durumu komedyasına hiç girmiyorum). Bilakis, orada var oldukları için varlıkları ortadan kaldırılanlar da var. Hesap silmekten değil insan öldürmekten bahsediyorum. Sahte hesaplar, kıskançlık cinayetleri derken site hukuki alandaki gerçekliğini çoktan ispat etti. Esasen, gerçekliğini tartışmak için buna bile gerek yok. Hayatdisarida.org şeklinde mizahın diline düşen internet bağımlılığını yalnız sanallık çerçevesinde düşünmek büyük hata olur. İşkembeden atmıyorum elbette, o kadar medya ve iletişim teorisini yoklukta tuvalet kağıdı olarak kullanalım diye yazmamış adamlar.

Facebook sana söylüyorum, sosyal medya ağları siz anlayın şeklinde devam edecek olursam hesap sahipleri, çoğu zaman tanışıklıklarından bağımsız olarak birbirlerini site üstünden kurgulanan kimlikleriyle değerlendiriyorlar. Zaten bir anlamda, yazılan ifade de kendini gerçekliyor. Ondan sonra al gözüm seyreyle cümbüşü. Belli başlı günlerde ayyuka çıkan slacktivism’in işte böyle bir gerçeklikle göbek bağı var. Ne zamandır eğlenerek geriden izlemekle yetindiğim bu durum hakkında yazmama da 10 Kasım, her sene tekrarlayan yansımaları fakat ilk defa şahit olduğum slacktivism eleştirileri sebep oldu.

Profil fotoğrafını 10 Kasım’da Atatürk, 24 Ocak’ta Uğur Mumcu ya da 3 Haziran’da Nazım Hikmet’inkiyle değiştirmek bir tür siyasi katılım sayılabilir mi? Yoksa hepsi “19 Ocak’ta ne olmuştu?” türünden bir hatırlatma, unutturmama çabası olarak değerlendirilip bırakılabilir mi? Toplumsal hafızamız göz önüne alındığında hatırlamak, üstüne üstlük hatırlatmak az şey midir? Milli eğitim sistemimizin hatmetmemize katkısı göz ardı edilemeyecek tarihler ve kişilerle, üstleri hevesle örtülen faili meçhul cinayetleri, resmi ideolojinin kıyısında köşesinde ya da tam karşısında kalan duruşları bir tutmak ne derece geçerli olur? İçeriği bir yana koysak bile, profil fotoğrafı değiştirmek, sitenin bir grubuna üye olmak, bir şeyden “hoşlanmak”, bir resim ya da bir video paylaşmak neyi değiştirir? En başta, bir şeyleri değiştirme beklentisi ya da değiştirebileceği inancı var mıdır? Yoksa bir kendini iyi hissetme, içini rahatlatmadan fazla bir şey değil midir? Meşhur ’80 sonrası, depolitizasyon mağduru nesillerin siyasi katılım simülasyonlu son oyuncağıdır belki? Sahi, nedir politik olan ve ne değildir?

Misal, 1 Mayıs’larda panzerlere karşı “ODTÜ yürüyor, gelenek sürüyor” diyerek yürümek, her ihtimale karşı çantada limon taşımak, polise “bakın siz karışmayınca olay molay çıkmıyor” dercesine barış içinde halay çekmek…kısaca “orada” olmak politik bir duruşa işaret eder. Yine misal, 19 Ocak’larda Agos’un önünde buluşmak bir duruş, bir tavırdır. Hayat sahiden dışarıdadır, amenna. Peki içeridekiler, onlar yaşamıyor mu? Okumuyor, düşünmüyor, umursamıyorlar mı? Meydandaki adamın odasındaki adamdan daha gelişkin bir politik bilince sahip olduğuna nasıl emin olabilirim? Harekete geçmek ve geçmemek çok net bir ayrım gibi görünse de (bkz. kıçını kaldırmak) netliğinden sual olunmaz her ayrım gibi kendi de, beraberinde getirdikleri de pek o kadar net görünmüyor. Kaldı ki söz konusu sosyal medya ağları vasıtasıyla haberleşip örgütlenerek , bu örgütlülüğü hayata geçiren birçok grup da var. Yani kullanımlarına bağlı olarak tamamlayıcı yahut engelleyici bir etki yaratma gücüne sahipler. Tartışma haklı olarak ikinci ihtimal üstüne yoğunlaştığından epey hararetli ve eğlenceli. Misal, namus ve şerefle ilişkilendirdiği Türk milliyetçiliğine toz kondurmayanların, aynı hassasiyetin yüzde birini esirgedikleri bir Türkçeyle vatandan girip Sakarya’dan çıkmaları ister istemez tebessümlere sebep oluyor. Dahası kimileri için akla gelebilecek her yeri milli sembollerle bezemek sembolize edilen milliyetçiliği yüceltici bir anlam taşırken kimileri için de ayağa düşürmek, değerinden çalmak şeklinde okunabiliyor.

Netice itibariyle görünen o ki bu miskin işi aktivizmi kestirip atmak pek akıl kârı değil. Hepten bel bağlamak hiç değil. Sadece üstüne biraz düşünülmeyi, ne söylediğine neye işaret ettiğine kulak verilmeyi hak ediyor belki de. Tabiatı gereği mütemadiyen değişmekte olan toplumları layıkıyla algılayıp anlamlandırabilmek için, elimizdeki kavramlara Tanrı kelamı muamelesi etmeye biraz ara vermek faydalı olabilir. İçinde bulunduğumuz gerçekliği kıyasıya eleştirmek adına yeni türetilen terimlerle konuşmak üretken bir zihinsel pratik olmakla birlikte, kendi bozgununu hevesle ilan etmek yerine politikanın ne günü-ayı-yılı belli bir tarihte nesli tükenmiş bir hayvan, ne de sırça fanusunda ikamet eden ender bir bitki olmadığını düşünmeyi seçebiliriz. Diğer bir deyişle, halihazırdaki gerçekliği hizaya sokmak için harcadığımız enerjinin bir kısmını, kavramları yeniden gözden geçirmeye de vakfedebiliriz. Mesela.


(http://neteffect.foreignpolicy.com/posts/2009/05/19/the_brave_new_world_of_slacktivism adresinde bu konuda yazılmış bir makale mevcut. Zaten terimle tanışıklığım da o yazıya dayanıyor ve o gün bugündür harika bir çalışma konusu olduğunu düşünüyorum. İnternette slacktivism üstüne bir sürü yazı ve akademik çalışma bulunmakla birlikte daha da söylenebilecek bir ton şey mevcut. Yazdığım bu yazı ise görülebileceği üzere çalakalem bir yazılı düşünme egzersizinden ibaret. Kavramla girilen bu teklifsiz diyaloğun, sorgu sualin herkesin katkılarına açık olduğunu belirtmeme bilmem gerek var mı?)

3 yorum:

  1. -şerefsizim benim aklıma geldiydi!

    bir mühendisin aklına gelmesi ve bunun üzerine yine mühendis arkadaşıyla bu durum hakkında dalga geçmesi çok birşey ifade etmiyor tabi, yanlış
    meslek seçtim sanırım :P. en azından farkettikten sonra activist'i brakıp tam bir slacker olmaya çalışıyorum, toplum izin verdiği sürece..

    facebook kemalistleri, facebook solcuları, facebook çevrecileri diye gider bu, sonuçta internetin hayatımıza girmesiyle memleketi okey masası, rakı sofrası yerine internette kurtarmamız gayet normal. ne de olsa teknolojiyi yakından takip eden bir milletin fertleriyiz..hem bir yandan beyaz türkler kendi kendilerinin gazını alıyor bu şekilde,vicdanları da rahatlıyor; iktidar da memnundur bu durumdan herhalde(farkındaysa tabi).bu terimin nereden nasıl doğduğunu bilmiyorum ama yanıbaşımızdaki yunanistan'da daha az slacktivist olduğu kesin, ne güzel yakıp yıkıyorlardı etrafı (geçen seneydi sanırım) bizde bir gelenek halini alan polis cinayetlerinden sadece birinin olması yüzünden..

    YanıtlaSil
  2. Hayata masturbatif bakışın birazcık daha bilinçle birleşmiş hali. Al sana yorum leyla hanım!

    YanıtlaSil
  3. olmaz öyle sitem üzerine, bu sayılmaz :)

    YanıtlaSil